Yeni Türkiye’de burjuvazinin burnu akmaya görsün!

By on 03 Kasım 2014

1971 doğumlu ‘Patronlar Kulübü’ TÜSİAD’ ın karşısına Anadolu sermayesinin çıkışı bir 20 sene sonraya tekabül eder.

Yani 1990 senesine gelindiğinde İstanbul burjuvazisinin karşısına Anadolu burjuvazisi MÜSİAD olarak çıkmıştır.

Malumunuz dönemin baskıcı ve o gün itibari ile askeri vesayetin hegemonyasındaki Türk siyaseti gereği adındaki ‘MÜ’ üzerine tez değerinde tartışmalar bile yapılmıştır. Günlerce, aylarca süregiden…

Yeşil sermaye yaftasına hedef olan Müsiad’çılar; O ‘MÜ’ Müslüman demek değil bilakis müstakil demek diye yırtınıp durmuştu. Enerjilerini kendilerini anlatmaya kullanmışlardı uzun süre.

Müsiad, Patronlar Kulübü’nde kendilerine yer bulamayan irili ufaklı Anadolu girişimcisinin başını sokabilme imkânı buldukları bir yapı idi. Kabul görmüştü kısa zamanda.

Müsiad’ın oluşumundan çok değil birkaç sene sonra 1993’ te nurtopu gibi bir TUSKON’ umuz da olmuştu artık.

Laikçi, elitist İstanbul burjuvazisi de olabilirsin. Mütedeyyin, bir takım değerlere öncelik veren Anadolu burjuvazisi de.

Her bir halleri ile bu yapılar, hedefi olan ülkelerde olması gereken unsurlardır.

Büyük ve güçlü ülke olabilmenin vazgeçilmezidir  ‘’üreten ülke’’ ve bu ürettiklerini dünya ile buluşturan ülke olma durumu.

Birlikten kuvvet doğar sözü gereğince STK’lar önemlidir. Elzemdir. Gerek-şarttır.

Lakin STK’lar haddini bilip, geçmişten gelen alışkanlıkları ile ve dahi bugün de yapmaya gayret ettikleri gibi yürütmeye ayar vermeye kalkmayana dek…

Yanisi, sınırlarını bilmeli sinirlerimizi alt üst etmemeliler.

Malumunuz, ülkemiz artık saldım çayıra şeklinde idare ve idame ettirilmiyor bilakis ‘hedefler’ koymakta. O hedeflere uygun hareket etmektedir.

Konulan hedeflere ulaşabilmenin yolu ise ‘sürdürülebilirlik’ den geçmektedir.

Bunu en iyi bilmesi gerekenler ise aslında işte bu iktisadi manadaki STK’lardır. Keza onların iştigal alanlarındaki ürettiğini pazarlama, ihraç etme de sürdürülebilirliğe muhtaçtır.

İzan sahibi STK’lara düşen nedir?

Tabii ki; yürütme ile ortak hareket etme. Konulan hedeflere katkıda bulunma. Ülke büyürken ve hedeflerini yakalarken kendileri de büyümüş olacaklardır malum.

Yürütmenin sahada ‘ekonomik anlamda’ hatasını gördüğünde ikaz etme hakları mutlaka vardır. Olmalıdır.

İşin pratiğinde olanların gördüğünü görmeyebilirler çoğu zaman teoriği ve akademiğinde olanlar. Yani saha sana uymayabilir çoğu zaman.

Bu hali ile Tüsiad, Müsiad, Tuskon ve sair tüm sivil toplum kuruluşları üretim bilincine ve üretimin önemine haiz yürütme tarafından zaten baş tacı edilmektedirler.

Ki kendi aralarında dünyayı parsellemelerine de bir şey demiyoruz. Akıllı stratejidir.

Avrupa ve ABD pazarında İstanbul burjuvazisi, Ortadoğu pazarında Anadolu burjuvazisi, Afrika-Güney Amerika vs. de Tuskon at koştursun. Kimsenin itirazı olamaz. Olmaz.

Gayeleri hem kendi üyelerinin etkinlik ve ihracat rakamlarını artırmak hem de ülkenin büyümesine katkı sağlamak olduktan sonra.

Bu kadar girizgâhtan sonra bu yazının esas nedenine geçebilirim şimdi.

Ak Parti döneminde palazlandıkları ve büyüdükleri hepimizce malum olan STK (Sivil Toplum Kuruluşları) Müsiad ve Tuskon’a.

Müsiad bu yönü ile baktığından olsa gerek hükümete ahde vefasını devam ettirmekle birlikte, Tuskon 17 Aralık’tan beri gelişen olaylar neticesinde hükümet ile cemaat arasında bir nevi dalgakıran olması gerekirken, bilakis kavgaya körükle gitmiş. Ve kendince sözüm ona hükümete ayar vermeye kalkışmıştır.

Tuskon bizzat başkanının ağzından ve belki de 30 Milyar dolar gibi bir ihracat rakamına ulaşmış olmalarının verdiği kibir ile muhalif bir siyasi parti kimliğine bürünmüştür.

Üyeleri itibari ile 55.000 civarında girişimcinin bu ağızla söylemlere müsamaha ediyor olması da ayrı irdelenesidir.

 

Kaba tabiri ile Tuskon başkanı geçtiğimiz süreçte her mikrofonu eline aldığında atar üstüne atar yapmaktadır. Ekonominin büyümesine katkı yapmasını beklerken, kavganın tarafı olarak cephenin büyümesini sağlamaktadır.

Paralel yapıdan yakınan hükümetin eylem ve söylemlerini zorbaca, hasmane ve dahi anti-demokrat olmakla suçlamıştır.

Yani bu paralel bujuvazinin burnu akmaya başlamıştır. Organik mikroplar saçmaya başlamıştır. Bunun septik olma ihtimaline karşı karantinaya alınmaları şartdır.

Son 10 yılda hükümetin imkân ve tolarelerini payanda yaparak paye kazanan bu paralel burjuvazi haddini bilmeli, aklını başına almalıdır.

Bu hastalıklı hal için endikasyon koymak ve gereğini yapmaksa hükümetin görevidir.

Peki hükümet bunu nasıl mı yapacak?

Gittikleri ülkelerde fahri konsolos olan veya gibi davranan bu oluşuma devletin, gerçek konsoloslar ile konsolos köpeklerinin farkını bir şekilde öğretmeleri gerekmektedir.

Ve TİKA ve DEİK gibi doğrudan devlete bağlı oluşumların ekonomik ve ticari alanda da daha aktif hale geçmesi sağlanmalıdır.

En azından belki, bu tarz STK’ların yurtdışındaki hamle ve hareketlerinin denetim mekanizması olmasını sağlamalıdır.

Sonuçta bu az biraz devletçi görünüyor olsa dahi muhalefet kanadının dahi itiraz edemeyeceği bir şeydir.

Zira ülke için katma değer üretmesi gereken Tuskon, ülkeye katlamalı zarar verecek gibi gözükmektedir.

 

Kalınız sağlıcakla ve hasbıhalle.

About Hakan Alkan

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir